15 Ocak 2015 Perşembe

Trafik Kuralları vs. Türk İnsanı

1-
bu sabah uyandım ve ıvır zıvır almak için bakkala doğru yola çıktım, poğaça vs. de alayım diye de caddeye doğru seyrettim. ana caddeyle alakasız bir ara sokak kavşağında karşıdan karşıya geçmem gerekliydi, o sırada da bir araç geliyordu, benim geçeceğim yola gelmek için sağ sinyal vermeliydi, vermediği için dümdüz geçip gideceğini düşündüğümden gönül rahatlığıyla karşıya geçmek için yola giriş yaptım. tam o sırada araç birden sağa dönüş yaptı ve ben bir atiklikle geri adım attım o da frenledi ve şoförle gözgöze geldim; benim geri adım atışımdan sonra, gözgöze gelmemizin akabinde de bastı gaza gitti, o gittikten sonra da ben karşıya geçtim. bu hadiseyi hepimiz her gün ama her gün, tekrar ve tekrar yaşıyoruz. hem sinyal vermiyor, hem geçiş izni bendeyken yola dalıyor, hem de iş işten geçtikten sonra yine önceliği bana vermeyip, geçip gidiyor. o bir robot değil, araçtan değil, aracın içindeki insandan bahsediyorum, insanlardan bahsediyorum, hepimizden bahsediyorum! bunu her gün her gün yaşamaktan bahsediyorum ve bunun yanlış olduğu, sıkıntılı olduğu, riskli olduğu, ölümcül olduğu da ortada.
2-
geçen hafta taksiyle eve geliyorum, yollar karlı, kaygan, donuk, riskli. trafik ışığının olmadığı bir yaya yolunda yaşlı bir adam, orta yaşlı bir kadın ve 4-5 yaşlarında bir çocuk karşıdan karşıya geçmek için müsaitlik kolluyorlardı, sonra geçebileceğini düşündüklerinden yola girdiler. benim bulunduğum taksi de, onları görmüş olsa da çok geç yavaşladı, haliyle yoldaki yayalar korktu bir süre beklesek-geçsek mi ikileminde kaldılar, sonra taksici sertçe bir iki kere kornaya bastı, onlar geçti; geçerken yaşlı adam eliyle 'ayıp, ayıp' dercesine bir işaret yaptı; 'hem hızlı geldin, bir anda durdun, hem de bir iki saniye geçince kornaya basmaya başladın...' gibi bir cümleyle açıklanınca bu 'ayıp' sitemi epeyce makuldü, taksici penceresini açıp, 'teşekkür edeceğine ne yapıyorsun, iyilik yapanda kabahat!' deyip bastı gitti, o sıra beni de arkadaş gibi gördüğünden olsa gerek, 'bunlara iyilik yaramaz ki, basıcaksın gaza! koşacak, devrilecek yolun ortasına amına koduğumun çocukları!' dedi, ben de ona 'e yaptığın iyiliğin bir manası kaldı mı böyle deyince...' dedim. benden istediği cevabı alamayınca, söylenme işini kendi kendine şeklinde sessiz bir tonda devam etti. 'yok iyilik miyilik ya! amına koyacam hepsinin! ezecem geçecem sakat kalsın orospu çocuğu!' şeklinde devam etti. müsait bir yerde indim.
3-
beşiktaş, barbaros bulvarı'nın olduğu yaya geçidi, istanbul'un en yoğun yaya trafiğine sahip yerlerinden biridir. şu bahçeşehir üniversitesi, üsküdar-beşiktaş vapur iskelesi, barbaros bulvarı otobüs durakları, beşiktaş çarşı'nın kesişiminde olan yer. aynı anda yüzlerce insanın geçiş yaptığı bir yaya geçidi. iki tarafta da şöyle yazılmış tabelalar var, 'karşıdan karşıya geçişleri yolun sağından yapınız.' bu kurala uyulduğuna bir geçişte bile şahit olmadım, birbirine çarpmadan geçmeye çalışmak daha makul geliyor belli ki insanlara. bir de bu tarz kalabalıklarda sürü psikolojisinin gerçekliğiyle karşılaşıp, şok olabilmek çok yüksek ihtimal. arabalar geçişini sürdürürken, ufak bir boşluk bulup yola atlayan bir yaya, arkasında bekleyen yüzlerce insanıda aynı anda harekete geçiriyor her daim, o anda tastamam bir kaos oluşuyor, araçlar kornaya basıyor, yayalar panik-telaş ve aceleyle karşıdan karşıya geçmeye çalışıyor, bir araç yaya geçidinin tam ortasında kalıyor, etrafından insan seli geçişini tamamlıyor... bunu her gün onlarca kere yaşıyor o yaya geçidi. çünkü insanlar sağa ve sola bakıyor, yol boşsa geçilir, boş değilse de geçilebilir, hızlı olmak, sobelenmemek yeterli. önlerinde kafalarını kaldırıp bakınca görecekleri yaya geçiş trafik ışıklarının onlara söyleyebileceği 'geç' ya da 'dur' komutu bir kişinin bile ilgisini çekmiyor, herkes ilginç bir ortada sıçan oyunu oynama hevesinde. herkes...
4-
dün, bir grup arkadaşımla yürüyorduk. yine bir caddede, yayaya 'geç' talimatı veren yeşilin bitimi ve kırmızının yanması sırasında yolun başına anca gelebilmiştik. ben 'geçmeyin, bekleyelim.' dedim kırmızı yandığı için. yayaya 'dur' talimatı veren kırmızı yanar yanmaz, araçlara 'geç' talimatı veren yeşil hemen yanmadı elbette, o anda bize de, onlara da kırmızı yanmıştı, 4-5 saniye sonra onlara yeşil yandı ve geçtiler. İşte bu 4-5 saniyelik süre, benim dışımda orada bulunan 5 kişiyi de epey rahatsız etmişti. hepsi, eksiksiz hepsi o 4-5 saniye içinde zaten rahatlıkla geçebileceklerini düşünüyor ve neden 'salak gibi' beklediklerine anlam veremiyorlardı. kendilerine kırmızı yanmış olmasını bir sebep olarak görmemişlerdi, en fazla 30 saniye, 1 dakika beklemelere gereken bu süreden çok rahatsız olmuşlardı, bu gözlerinden büyümüştü. bu olaydaki ruh halini hissedenlerin sadece benim arkadaşlarım olmadıklarına eminim, bu toplum normalliğine uyan bir durumdu. herkes, 'fırsatı varsa neden 30 saniye beklemek durumunda olayım ki.' diye düşünüyordu.
5-
bir kaç sene önce yeditepe üniversitesi'nin olduğu kayışdağı civarında bir restoranda çalışıyordum. yeditepe üniversitesi'nin kapısı tamamen bir cadde önündedir, tam kapı önünde de trafik ışıkları vardır. üniversite yoğunluğu nedeniyle de o yol, durmaz akar. yayalara 'dur' talimatı veren kırmızı ışık yandığı zaman bir tek kendimin bu komuta uyduğunu fark edip, kendimi ucube gibi hissettiğim çok olmuştur. bazen gerçekten can pazarı yaşanacak durumlarda bile insanlar yola atlayıp geçmeye çalışırken, bazen de yol boş olur; yol boşsa dahi ben, bana yeşil yanmasını bekleyen yegane kişi olarak ışıkların önünde beklemeye devam ederdim. ve bu kurala uyuyor olan halim, benim toplum içinde ucube gibi gözükmeme neden oluyordu.
6-
geçen sene eğitimini erasmus ile ispanya'da geçiren bir arkadaşımla, kültürler-ülkeler üzerine konuşurken, konu araçlar-trafik-kurallara uymayışa vs. geldi ve arkadaşım yakın zamanlarda yaşadığı bir anısını anlattı. bir yakınıyla, bir sebepten beraberce bir yere gitmesi gereği oluşmuş ve yakını kendi arabasıyla gideceklerinden bahsederek, onu evden alacağını söylemiş. araca biner binmez, emniyet kemerini takan arkadaşıma uzun uzun bakıp, bozulmuş yakını. daha 'ne oldu?' demeye kalmadan da yakınmış, 'ayıp değil mi ya, bize de mi güvenmiyon da taktın emniyet kemerini?' demiş. bizimki 'ne alakası var, trafik bu sonuçta, ne olur ne olmaz...' diye durumu izah etmeye çalışmaya başlarken bulmuş kendini ve adam bozulmuşluğunu sürdürerek, 'ya tamam tamam...' deyip, ben göreceğimi gördüm yargısında kalmış bir vaziyette basmış gaza.

*
bunca örnekten sonra emin olduğum iki şey var; ilki bu dediklerimi her dinleyen bir yerde yakalayacak. 'aaa evet hakkaten ya...' diyecek, 'harbi abi, bu nedir ya...' diyecek, yakalayacak işte bu saçmalığı saçından, bir yerinden.
emin olduğum ikinci şey ise, ertesi gün bunları yapmaya devam edecek. şu an saçma dediği, yapılmasının yanlış olduğunu fark ettiği her şeyi, şoför koltuğunda da, yaya olarak da yapmaya devam edecek. bundan o kadar eminim ve bu durum bu ülkeyi o kadar yaşanmaz kılıyor ki...

0 yorum:

Yorum Gönder