1 Ocak 2015 Perşembe

Dilenmek, Dilenme Tiyatrosu ve Ötesi

Bundan 20 yıl öncesini, ya da 50 yıl öncesini bilmiyorum elbette, bu tarihi bir araştırma da değil zaten. Lakin Greenpeace vb. gönüllüleri, 'Pardon bir şey anlatabilir miyim?...' diye cümleye girip para isteyenler, mülteciler, sokak müzisyenimsileri vb... gibi sokakta para beklentisi içinde olan insan sayısı İstanbul'da yaşadığım son üç sene içinde kat kat arttığı için gözlemlerimin gerçeklikten uzak olmadığını düşünerek bir şeylerden bahsetmek istiyorum.

Dilencilik, insanın kişiliğinin bozulmasına, bozuk olmasına, bozuk kalmasında en aşırı düzeyde etkilere sebebiyet veren bir kavram-eylem-durumdur. Doğduğu andan itibaren anne sütüyle baş gösterir, harçlık almayla devam eder, taa ki 'birey olmak' kavramını anlayana kadar da dilenci olarak hayatına devam eder. 'Gerçekten bu kadar ağır ithamlar içerir mi?' ya da direkt olarak 'Hadi lan!' diyenler olmuştur, biraz konuyu açıp, dillendirelim.

İnsan doğduğu andan itibaren birilerinin (anne, baba, ebeveyn) kanatları altındadır. İlkokul, ortaokul, lise, üniversite, askerlik, iş bulma süreci... diye devam eder ve nüfusun büyük bir çoğunluğu 25 yaşına kadar birilerinin yardımseverliğiyle yaşar, yaşamını sürdürür. Yardımsever dediğime bakmayın, esasen konunun öznesi dilencidir. Parayı veren anne-baba olunca görev, bir yabancı verince burs diye nitelemek dile uygunluktur, siyaseten doğruculuktur. Lakin hak edilmeden istenmiş ya da istemeden kişiye sunulmuş her para kişiyi dilenci konumuna indirger, hak edilmemiş bir paranın sahibi olmuş olmasını sağlar. Bunu insanların anlamıyor olması gerçekten garip, 'Ne ya babamın parası! Tabi ki bakacak! Bakmak zorunda!! Doğurmasaydı!!' gibi cümleler duyulur bu tarz açıklamalara cevaben. Babamın parası! = Benim param değil. Tabi ki bakacak! = Neden? Bakmak zorunda!! = Neden? Doğurmasaydı!! = Sanane. Cevap olarak neden ve sanane dediğim şeylerin yasal cezaları da vardır, bunlar çekilir de; ama bu sonucu değiştirmeyecektir, bir dilencinin dilenciliğini makulleştirme çabasını izleyip dururuz bu isyanlarda.

Bu tarz söylemlere gelen ikinci büyük çıkış da, 'O zaman aile diye bir şey olmasın! Kimse birbirine yardım etmesin! Herkes birbirinin kuyusunu kazsın amk!' şeklindeki cümlelerle yapılır. Buna benim vereceğim en net cevap, 'Ben onu mu dedim amk :D' olurdu ama, bir yazıya başladık, anlatmak elzem:
Kişinin yardımsever olması için dilencilere ihtiyaç yoktur. Yani sana yardım etme isteği ile senin yardım etme zorunluluğunu ona atfetmen farklı olgular. Ve yardım etme zorunluluğunu birinin sırtına yüklemek, kendi sırtına yük almamayı doğurur ve bu süreci  uzatır. Bu nedenle 25-30 yaşında bir kez olsun bir işte çalışmamış olarak iş hayatına entegre olmaya çalışan milyonlarca dünyadan bihaber insan yetişiyor ve bir çoğu toplumun dışında kalıyor. Kısaca basitleştirmek gerekirse, annen seni zaten sokağa atmicak, atmaz; ama sen 'Annem beni sokağa atamaz, yemez yedirir, ZORUNDA!' olan bir bakış açısıyla büyürsen, büyümeye devam edersen bir birey olamazsın, hiçbir şey olamazsın; bir parazit olarak hayatına devam edersin ve milyonlar hayata parazit olarak devam ettiği için bunun yanlış olduğunu da algılayamazsın, algılamak istemezsin. Avrupalılar için 16-18 yaşına gelince çocuklarını sokağa atıyormuş mitinin açıklaması esasen budur, çocuğu birey yapmak, birey olmasını sağlamak. Bu aile içindeki dilencilik olgusudur.

Sokaktaki dilencilere hiçbir zaman para vermem, 'dua satıcılık' eğer ki orijinal değilse, para hak edilmesini gerektiren bir meslek değildir benim için. Ama mesela sokaktaki pandomimci de dilencilik mesleğini icra ediyordur aslında; lakin diğerinden farklı olarak kayda değer bir hizmet sunuyordur. Beni güldürüyor, mutlu ediyor ya da hüzünlendiriyor ve bir boşluğu dolduruyor -eğer ki işini kaliteli yapıyorsa- elbette ki bu hizmet karşılığını bulabilir, bulmayadabilir ama en azından bir alış-veriş durumu tüketiciye bağlı olarak sunulmuştur. Bu neden önemli? Alış-veriş, ticaret kültürünün kişilerin bilincine yazılması açısından önemli elbette. 6 yaşında dilenen bir çocuk, 45 yaşında da dilenir; 6 yaşında peçete, su satan çocuk, 45 yaşında bakkal sahibi de olabilir, manifaturacı da; işte arasındaki fark bu. İşini iyi yapmayan bir sokak müzisyeniyle, repertuar kasan bir sokak müzisyeni aynı parayı topluyorsa bu dejenereye sebebiyet verir; bu nedenle alış-veriş, ticaret ve hizmet sistemi önemli ve bunların tamamı eksiksiz dilencilik mesleğinin kolları. Çünkü iki yardımı (devletin dilenmene izin vermesi, devletin yardımı, insanların para vermesi, insanın yardımı) birden almış oluyorsun, bu dilenciliktir. Ne zaman ki devletten aldığın bu yardımı keser (vergi levhası) sahibi olursun, bu andan itibaren dilencilik mesleğini bırakmışsın demektir.

Toplumun şekillenmesini, birey oluşumunu, sağduyu ve bilinçliliği oluşturan en önemli kavram olarak gördüğüm dilencilik kültürüne el atmak şart, bu topraklarda bu ne kadar olur bilmiyorum. (biliyorum, kesinlikle olmaz.) Ama bunun böyle gitmeyeceği, gitmediği de ortada.

0 yorum:

Yorum Gönder